Gündem… Sanki her sabah yeni bir afetle uyanıyor, her akşam farklı bir krizle uyuyormuşuz gibi. Güne başlarken gündeme bakmaya korkar olduk. Haberin doğası değişti; artık neyin önemli olduğuna değil, neyin daha çok dikkat çektiğine göre sıralanıyor her şey. Ve biz, her gün zihinsel olarak tazelenmeden, henüz dünkü yangını söndüremeden bir başka yangının dumanıyla uyanıyoruz.

Türkiye'nin gündem döngüsü, bir çamaşır makinesinin sıkma programı gibi; bitmek bilmiyor, aynı hareketler içinde savruluyoruz. Altın mı yükseldi, deprem mi oldu, sınırda ne oldu, sosyal medyada kim ne dedi, hangi dizide ne mesaj verildi... Hepsi birbirine karışıyor. Gündemler artık habere dönüşemeden 'trend'e dönüşüyor, sonra hızla unutuluyor.

Ama asıl mesele bu değil.

Asıl mesele, bu karmaşanın bizde yarattığı duygusal yorgunluk. Bir haberin etkisini yaşamaya fırsat bulamadan yeni bir gelişmeyle sarsılıyoruz. Dikkatimizi çeken haberler bir anda unutulup gidiyor. Her şey çok fazla ama hiçbir şey derin değil. Artık şaşırmıyoruz, sadece geçiyoruz. Toplumsal refleksler köreliyor. Öfkemiz bile ‘bir tweetlik’ süreye hapsoluyor. Yas tutmak, sevinmek, umut etmek bile lükse dönüşüyor.

Sosyal medya bu döngünün itici gücü haline geldi. Algoritmalar, dikkatimizi en çok ne çekiyorsa onu önümüze atıyor. Böylece en önemli olan değil, en sansasyonel olan görünür oldu. Ve biz de gerçekliğimizi bu sığ sularda kurmaya çalışıyoruz.

Devletin, medyanın, hatta biz bireylerin bile dikkat aralığı kısaldı. Oysa bazı konular gündemde sadece bir gün değil, aylarca kalmalıydı. Mesela Bolu kayak merkezindeki yangın, sokak ortasında eski eşi tarafından öldürülen kadın… Ama onlar bile artık 24 saatten fazla tutunamıyor.

Bu bir çağın sorunu, belki hızlı yaşam ve hızlı tüketimden kaynaklı ama olay bizde daha derin. Çünkü bizim ülkemiz, sadece gündemle değil, aynı zamanda geçmişle beklentilerle kutuplaşmalarla hayal kırıklıklarıyla da yorulmuş bir ülke. Gündem sadece haber değil artık; gündem aynı zamanda bir kaçış yolu. Gerçek sorunlarla yüzleşmek yerine, her gün yeni bir tartışmayla meşgul olmayı tercih ediyoruz. Yükümüz ağır; artık kaldıramıyoruz, yüzleşmek yerine kaçmak unutmak istiyoruz.

Belki de önce yavaşlamalıyız. Önümüze düşen her haberi bir ‘tüketim nesnesi’ gibi değil, bir ‘sorumluluk çağrısı’ gibi görmeliyiz. Her şeye tepki vermek değil, bazı şeylere gerçekten karşı durmak önemli. Çünkü bazı gündemler sadece konuşulmak için değil, değişmek için var.

Ama malum... Öyle ki daha önce neyi konuştuğumuzu hatırlayamayacak kadar çok şey konuşuyoruz. Ve her şey ‘son dakika’ ama hiçbir şey ‘zamana dirençli' değil. Çünkü bu ülkede gündemi takip etmek bir maraton değil, tam anlamıyla bir sabır olimpiyatı. Ve hâlâ ayaktaysak, bu da bir tür milli spordur sanırım.