Bazen ne hissettiğinizi anlamadığınız zamanlar olur. Kafanızın içindeki susmak bilmeyen uçsuz bucaksız düşünce evreninde kaybolurken uyuyakalmış bulursunuz kendinizi.

İnsana yüklenen sıfatların arasında sıkışıp kalma hissine bazen gözyaşı yeterli olmaz. Aslında üzüntü hiçbir zaman tek çeşit değildir.  Hayatı sorgularken kimi zaman neye odaklanacağını şaşırabilir insan. Ve evet bazen olumsuzu düşünmeye epeyce meyillidir insan beyni.

Hangi anlarda ciddi ciddi düşünebiliyoruz mesela? Hayatın zor sorularıyla yüzleştiğimiz anlar belki de en kırılgan olduğumuz anlardır.

Bazen gölgelerin ardındaki gerçeklerle karşılaşabilmek için perdeleri açmak gerekir. Varsın güneş tüm kusurları apaçık ortaya çıkarsın. En nihayetinde insan değil miyiz biz?

İnsan olmak aslında beklentilerle sarılı bir yolculuk. Bazen hayattan, bazen kendimizden bazense yılgın bir inançsızlıkla bile olsa diğer insanlardan. Ama insan olmak ne kadar da güçsüzlük gibi görülüyor çoğu zaman. İnsan olmanın yaşattığı ‘normal’ olarak adlandırılması gereken hislerden aslında ne çok kaçış yolu aranıyor. Hislerini kabullenmek bir yana dursun ‘aslında’ diye başlayan cümlelerle hep bir kabullenemeyiş. Neyden kaçıyor bu insanlar? Kendi hislerinden mi gerçekten? Kendi yarattıkları bir illüzyona derin bir inanmışlıkla bağlanıp gerçekleri değil, süsleyip püsledikleri inkâr yalanlarını konuşuyor insanlar. Bu, kaçışın ve kabullenemeyişin bir türü. Ancak paradoksal bir şekilde hislerini kabullenmek her ne kadar onları kontrolsüz bir denizin içine bırakmak gibi görünse de aslında koca bir okyanusu kucaklamaktır. Belki de toplumun normlarına uymaya çalışıp anlamsız bir ‘güç’ egosuna kapılıp giden, nihayetinde ise egosuna yenilenlerin atladıkları bir şey olduğuna eminim. Başkalarından ve hatta kendilerinden kaçtıkları tüm bu hisleri daha da derinleştireceklerinden haberleri dahi yok. Sonunda tüm bu kaçıştıkları hisler, bir gün kaçamayacakları kadar yakınlaşacak ve sonunda yakalanacaklar. İşte o zaman hislerini bastırdıkları her gün için bir pişmanlık çentiği atmak zorunda kalacaklar. Duygusal bir güç,’ yaşanan’ her duygu ve hisle şekillenir.

Toplumun kabul gördüğü ve egonun yönlendirdiği güç arayışına kapılmak insana bir güç kazandırmadığı gibi, hayatından çok şey götürecek bir tehlike aslında. İçsel bütünlüğünü bozmak olarak adlandırsam çok da yanlış olmaz.

İşin özü şu ki; insan olmak, kırılganlıklar ve karmaşıklıklarla büyümek ve hayatın getirdiği tüm hisleri içtenlikle kucaklayıp bir bütün olarak kabul edebilmektir aslında. Gerçek güç ise hissedilen her duyguyu kabullenme ve onlarla varolabilme cesaretindedir.