Sabah 6.30 gibi Antalya’dan Çıralı’ya doğru harekete geçtik. Asfalt yürümemek adına parkura Yanartaş gişesinden başladık. Bir kilometrelik merdivenli çıkışın ardından birinci Yanartaş’a ulaştık. Daha önce buraya hiç gündüz çıkmamıştım. İnsan buraya ne kadar gelirse gelsin bu görüntü her seferinde insanı şaşırtmayı başarıyor.
Asırlardır sönmeyen bu ateş, mistik kutsal bir hava da veriyor ortama. Sabahın erken saatleri olduğu için ortalık son derece sakindi.
Chimera; ağzından alevler çıkan aslan başlı, keçi gövdeli, yılan kuyruklu mitolojik canavarın, burada öldürülmesi ama ateşinin asırlardır sönmemesi insanı oldukça etkiliyor.
2. Yanartaş’a kadar oldukça dik bir tırmanışa geçtik. Burası oldukça hareketliydi. Kamp alanları mevcut olduğu için yürüyüşçüler geceyi burada geçirmeyi tercih etmişler. Güzel bir manzara, hazır ateşte var, daha ne olsun. Biz de akıma uyup sucuk ekmeklerimizi asırlardır sönmeyen ateşte pişirip yola devam ettik.
Artık inişe geçmiştik, çağlayan su sesleri ve sonbaharın muhteşem renkleri içerisinde kaplumbağa hızıyla patikadan devam ettik. Bu güzellikler insanı biraz mayıştırıyor. Ayaklarımız geri geri gidiyordu. Burayla zor vedalaştık. Bizim dışımızda herkes bu parkuru tersten yürüyordu.
Patikadan çıkıp toprak yola geçiş yaptık. Ulupınar’a doğru tırmanışa geçtik. Resmen buraya narlı yol da diyebiliriz. Yolun iki tarafı da nar bahçeleriyle doluydu. Böğürtlenler de cabası, suyun olduğu her yer cennetten bir köşe sanki. Tel örgülerden yola doğru olan dallardaki narlar toplanmamıştı. Bahçe sahipleri 'göz hakkı' bırakmışlar gibiydi (ya da bana öyle geldi. 2 nar koparttık biraz da böğürtlen helal ederler inşallah).
Bahçe sahiplerinden biri istinat duvarı çekerken çam ağacını kesmeyip duvarı etrafından örmüş, yolda “helal olsun” diyerek ona da bir alkış gönderdik.
Yine başka bir bahçe sahibinin bahçesini korumak adına taktığı tabela da bizi çok eğlendirdi. ”Dikkat çok azgın köpek var” uyarısında merakla hayal gücümüz birleşince kahkahalar sel oldu.
Ulupınar da oldukça sakindi, bizden başka kimse yok gibiydi. Sularımızı önünde çoğu şeyin yapılması yasak olan çeşmede doldurup devam ettik (Edebimizle oturduk yasaklara uyduk)...
Yolun en güzel kısmı geride kaldı. Buradan sonra ana caddeye çıkıp yolun karşısından Beycik’e kadar tırmandık. Burada ciddi işaret sıkıntısı var.
Yolun üst tarafında yeni dökülmüş asfalt yoldan ilerlemek fazlasıyla canımızı sıktı. Bahçeler ve özel mülklerden dolayı uzun bir süre asfalt yoldan devam ettik. Bilseydik bu kadar asfalt ve orman yolu olduğunu direkt Beycik’e geçerdik, tavsiyem siz öyle yapın.
Beycik de inanılmaz dik bir yere kurulmuş bir köy. Sisler içinde ulaştık. Caminin üst tarafındaki Panorama Kamping'de günü bitirdik.
Panorama’da fiyatlar uygun, porsiyonlar doyurucu, hizmet oldukça iyiydi. Terasında bütün gece Tahtalı Dağı’nın heybetli silüeti bize eşlik ederken, sabah da güneşi Üç Adalar’ın üzerinden doğdurduk.
Panorama gerçekten panoramaymış.
Tahtalı bizi bekler, kendilerini kızdırmak istemeyiz. Yola devam…