Bazı insanlar kalabalıklar içinde büyür, bazılarıysa orada ufalır, silinir. Hayatın hengâmesinde ayakta kalmaya çalışan kırılgan ruhlar için en büyük tehdit kalabalığın hoyratlığıdır. Çünkü herkesin taşıyamayacağı bir sertlik dolaşır o kalabalığın içinde; kabalık, gürültü, bencillik, acelecilik…
Seneca, Ahlak Mektupları’nda sanki bugünü tarif eder gibi yazar:
“Bana, 'Senin düşüncene göre, insan en çok neden sakınmalı' diye soruyorsun... Kaba güruhtan sakınmalı. Sen ona kendini kazasız belasız teslim edemezsin henüz. Şimdi kesinlikle zayıf bir yanımı açıklayacağım sana: Kaba güruha karıştım mı, götürdüğüm iyi huylarımla geri dönemem artık. Derleyip toparladığım bir yanım altüst oluverir, kaçındığım kimi kusurlarım geri dönerler. Uzun süren bir dermansızlık yüzünden, bir yerden bir yere zarar görmeden götürülemeyen hastaların başına gelen, bizim de başımıza gelmiştir; bizim ruhlarımız da uzun bir hastalıktan sonra nekahet dönemindedir. Birçok insanın arasına karışmak zararlıdır bizim için.”
Ne kadar tanıdık geliyor, değil mi? Zor zamanlarda toparlanmaya çalışırken bir kalabalığın ortasında kendimizi yeniden savrulmuş buluyoruz. İyileşmeye çabalarken tekrar yara alıyoruz. Sabır göstermeye çalışırken öfke bizi ele geçiriyor. Sevecenlikle yaklaştığımızda kabalıkla karşılaşınca içimize kapanıyoruz.
Nekahet halindeki bir ruhun ihtiyacı kalabalıklar yerine sakinlikle çevrili bir alan. Gürültü içinde boğulmak yerine dingin bir ortam. Sürekli mücadeleye itilmek yerine şefkatle sarılmak… Bu yüzden uzaklaşmak, kendini koruma çabasıdır. Sessizliğe yönelmek, kendi içine doğru bir derinleşmedir. Herkesin yöneldiği yöne sürüklenmemek, en sağlam duruşu gösterir.
İnsanın öncelikle kendi vicdanını koruması gerekir. Sabırla olgunlaştırdığı karakterini, zorluklarla şekillendirdiği duruşunu, güçlükle terbiye ettiği zaaflarını… Bazı kalabalıklar içimizden parçalar alır. Geri döndüğümüzde artık bizde olmayan o iyi huylara özlemle bakarız. Ve yeniden başlamak zorunda kalırız.
Bazı insanlar bütün hayatını başkalarının gürültüsünü bastırmaya çalışarak geçirir. Kendine ait bir sesi olanlar, o sesi koruyabilmek için zaman zaman susmayı tercih eder. Çünkü sesin yankılanabilmesi için boşluğa ihtiyaç vardır, nefes almaya, araya, mesafeye… Herkesin konuştuğu bir yerde kimse kimseyi duyamaz. İşte tam da bu yüzden, kalabalığın ortasında kalmak yerine bazen ondan bir adım geri durmak gerekir.
Her temas iz bırakır. Her bakış, her söz, her karşılaşma… Kendine dönmeye çalışan bir ruh, başka ruhların hoyratlığıyla karşılaştığında yönünü şaşırabilir. Hayatın yükünü hafifletmeye çalışan biri, bir başkasının öfkesini sırtlandığında kendi yükünün ne kadar ağırlaştığını fark edemez. Gülümsemek için çabalayan bir yüz, başkalarının asık suratları arasında solup gider.
Ben kalabalıklardan korkmam. Fakat her kalabalığa kendimi teslim etmem. Beni ben yapan duygular, düşünceler, emekle yoğrulmuş hassasiyetler var. O yüzden kendimi korumak için seçtiğim yalnızlık, beni eksiltmez. Tam tersine, içimdeki sesi yeniden duymamı sağlar. Dışarının gürültüsünden uzaklaştıkça, içimdeki sessizlikle barışırım. Ve ancak o sessizlikte toparlarım kendimi. Ancak o zaman hatırlarım kim olduğumu.
Bazıları kalabalığın içinde kaybolur. Bazıları ise mesafe alır. Ben yavaş yavaş, sessiz sessiz yürümeyi seçiyorum. Herkesin koşturduğu bir yerde durmayı, kalbimi dinlemeyi, kalbimle birlikte yürümeyi… Çünkü ne taşıdığım yük hafif, ne de yürüdüğüm yol rastgele...
Kendini koruma sanatı
Funda Alpaslan Talay / Uzman Sosyolog
Yorumlar