Akdeniz Üniversitesi ikinci üniversitem… Perşembe günü yaptığımız bir dizi etkinlikle Arkeoloji Bölümü’nden mezun oldum. Mezuniyet töreni, kep atma, sonrasında konser. Elektrogitardan çelloya kadar bir dolu enstrüman çalan arkeoloji öğrencileri var. Un var, yağ var, şeker var. Sadece bir araya getirmek lazımdı. Bir araya geldiler ve ortaya ArkeoBand diye bir grup çıktı. Şimdilik bir konserlik ama belki yürümeye devam ederler.

YENİ BİR HABERCİLİK ALANI
Sevincimizi kısaca paylaştıktan sonra, hayatımızın iki alanını birbirine bağlayalım, bir iki kelam edelim. Malum serde hem gazetecilik var, hem de çiçeği burnunda arkeoloğuz artık. Medyamız ‘arkeoloji haberciliği’ diye bir alanı henüz yeni keşfediyor. Arkeoloji haberciliğinde uzmanlaşma gayreti, böyle bir alanın, branşın açılması aşağı yukarı 10 yıllık yeni bir durum. Arkeoloji konusunda uzman bir meslek büyüğümüz, pirimiz, ustamız vardı tabii. Yeni kaybettiğim Özgen Acar… Koskoca devletin yapamadığını tek başına yapan dev bir adamdı. Arkeoloji haberciliğini de hayatı boyunca tek başına sürdürdü. Onun aktif gazetecilik yaptığı yıllarda ikinci bir isim de çıkmadı. Son yıllarda bu alanda başarılı işlere, haberlere, dosyalara imza atan yeni isimler var. Umut veren bir gelişme bu. “Yeni bir durum” derken bu kuşağı kastediyorum.

KÜLTÜREL MİRASI SAVUNMAK
Arkeoloji haberciliği zaman içinde daha da önem kazanacak, kendi gazetecilerini, muhabirlerini üretecektir. Şu an emekleme aşamasında, fakat bir toplumsal bilinç de oluşmaya başladı. Örneğin ‘kültürel miras’ konusu, ‘çevre’ şemsiyesinin altında görülüyor. Aslında bu sıkıntılı bir durum… Kültürel miras ve çevre, doğa, yeşil genel olarak iç içe alanlar tabii. Fakat ‘çevre sorunları’ denilince taş ocakları, HES’ler, RES’ler, imar yağması, hava kirliliği, deniz kirliliği gibi başlıklar ana unsur. Oysa sermaye, özellikle müteahhit tayfası son yıllarda arkeolojik alanları, kültürel miras sahasını keşfetti. Artık bu alanlar üzerinden kaynak aktarılıyor. Bilimsel kazılar ihaleyle veriliyor, restorasyon adı altında inşaat iktidarı güçleniyor.

‘İHYA’ KONUSU
Bütün bu gelişmeler, ‘çevre sorunları’ başlığının altında kayboluyor. Oysa ‘kültürel miras’ın içinde bulunduğu tehlike, başlı başına bir yumak… İktidarın diline yapışan ‘ihya’ sözcüğünü hatırlatalım tam burada. ‘Restorasyon’ demiyorlar, ‘ihya’ diyorlar. Tarihi eserleri ‘ihya etme’ konusunda birçok iddialar var. Bunun bilince çıkabilmesi için arkeoloji ve kültürel miras haberciliğine, bu alanın güçlenmesine ihtiyaç var. Aldığım diplomayı böyle bir çerçevenin içinde görüyorum. Kendi kalemlerini yetiştirecek bir alanın habercisi…

Hüseyin abinin balıkları

Geçen hafta ‘Balık baştan kokar’ diye yazdık. ChatGBT denilen yapay zeka programına sorulmuş bir sorunun yanıtıydı o yazı. “Balığa limon sıkılır mı, sıkılmaz mı?” diye sormuştu. Yapay zekanın yanıtını aktarırken, denizciliğin amiral ismi Hüseyin Seymen abimizin ne diyeceğini de düşündüm. Yazıdan sonra cevabı gecikmedi Hüseyin abinin. Diyor ki: “Balık-limon yazını okuyunca topa giresim geldi. Ben çocukluğumdan beri ızgara veya tava balıklara limon sıkıldığını, hatta Karadeniz’in bazı yörelerinde fırında pişen balıkların sirke ile marine edildiğini bilirim. Hele buğulama balıkta, defneyaprağı ve limon yemeğin baş şartıdır. Yağlı balık ızgaradan tabağa geldiğinde (torik-palamut-uskumru) hafif yağlı bir su bırakır. İşte bu sırada sıkılacak limon, bu suyla karışarak ayrı bir sos haline gelir. Limondan hoşlanmayan kullanmasın; ama lütfen balık keyfimizi de bozmasın”.