Cumhuriyetin 100’üncü yıldönümü yaklaşırken İstiklal Savaşının kadın neferlerinden, şair, yazar ve öğretmen Şükufe Nihal’i anmamak olmaz. Anadolu’daki ulusal savaşa katkı için İstanbul’da gizlice görev yapan Şükufe Nihal’in 13 yaşında bir kız çocuğu iken yazdığı tek bir şiirle açtığı yoldan bugün yüzlerce kadın yazarımızın ilerlediğini söylemek yanlış olmaz. Fakat yeterli mi? Hayır! Kadın yazarlarımız artmalı, daha çok görülmeli.
Şükufe Nihal bir şair, bir öğretmen ve bir yazardan çok çok daha fazlasıydı. Cumhuriyet aydınlanmasına yaptığı katkılar, O’nun nezdinde kadın hareketinde gerçekleşen ilkler saymakla bitmez.
Şükufe Nihal’e evinde dönemin ünlü şair ve yazarları ile yaptığı sanat ve edebiyat toplantılarına son vermesi gerektiği söylendiğinde, ‘Yapamam. Etrafımda sanat ve edebiyat bahisleri edilmezse, fikir münakaşaları yapılmazsa, beynimin uyuştuğunu hissediyorum’ cevabını verir, bir müddet sonra konuşmayı da bırakarak, tamamen içine kapanır. Bu çalışkan, üretken, düşünen, yazan, kalıplara sığmayan, duygusal kadın, aramaktan, aradığını bulamamaktan yorulup susmayı seçer.
Roman, hikâye ve daha çok da şiir yazan Şükufe Nihal, yedi şiir kitabı, beş roman, bir öykü, iki seyahat kitabı yazdı. “Neme yetmez?” şiiri bestelenirken, “Domaniç Dağlarının Yolcusu” adlı romanı da film oldu. Kurtuluş Savaşı’nda çok sayıda mitingde hararetli konuşmalar yaptı. İzmir’in Yunanlılar tarafından işgalini protesto eden Sultanahmet Meydanı’ndaki mitingde yaptığı konuşmada sarf ettiği sözler tarihe geçecek niteliktedir:
"Ey aziz vatan beşiğimiz sendin, mezarımız yine sen olacaksın."
Cumhuriyetle birlikte aydınlanma hareketinin başladığı yıllarda dönemin aydın kadınlarıyla birlikte, kadınların siyasi hayatta yer alması, seçme ve seçilme hakkı gibi konularda çalışan Şükufe Nihal’in, özel yaşamında mutluluğu hiçbir zaman bulamadığı çeşitli yazarlarca dile getirilir. Şükufe Nihal 1962 yılında, bir kaza geçirir ve geçirdiği ameliyatlara rağmen bir bacağını artık kullanamaz. 1965 yılında arkadaşları tarafından huzurevine yatırılır. Yatağına dayalı koltuk değnekleriyle yalnız kalması ve ölümü beklemesi böyle başlar. Kızının, bebeğinin doğururken ölmesi ise yaşamının tamamen tükenmesine neden olur. Şükufe Nihal, 24 Eylül 1973 günü sessizce ölür. Aşiyan’a gömülür. Gazetelerde ailesinin verdiği ölüm ilânı dışında bir haber çıkmaz. Şiirleri antolojilere girmez, adı edebiyat tarihine yazılmaz. “Kadın duyarlılığı” olarak nitelenen coşkusu, isyanı ve hüznü ile bu ses, unutulur gider.
Sadece “İdealist bir kadın yazar” olarak kayıtlara geçer.
Kalpaksız Kuvvacı Şükufe Nihal’i sevgi ve saygıyla anıyorum.
Bu değerlerin unutulmaması gerektiğini düşünüyorum.
Bu kadar kötü dizilerin yapıldığı günümüzde bir dönem filmi olarak, Şükûfe Nihal’in yaşamı, miting alanlarındaki ateşli konuşmaları ve o dönemi yansıtan bir film yapılamaz mı?
Ne dersiniz?