Sarıbelen-Gökçeören Parkuru, Kalkan-Kaş etabının en kolay parkuru gibi görünüyor. Görünüş aldatmasın yürüyeceğiz mesafe 13 kilometre. Bizim gibi Kalkan-Kaş parkurunu üç günlük planladıysanız ve yağmurdan dolayı bir önceki günü Sarıbelen’de sonlandırdıysanız bugün aradaki farkı kapatmanız gerekiyor.

Sabah keyifli bir kahvaltının ardından sularımızı doldurup yola koyulduk.

Sarıbelen’de caminin karşısında, mezarlığın hemen yanında Likya Yolu tabelasını göreceksiniz. Patikaya giriş yaptık ve bir Likya klasiği rampa bizi karşıladı. Tahmini bir kilometre kadar dar bir patikada yükselmeye başladık ve patika bizi bir asfalta çıkardı. Gözümüzü dört açıp işaret aradık. Aklınızda olsun Likya’nın hiçbir parkurunda asfalt yol uzun sürmez, sizi en kısa zamanda patikaya bağlar ve öyle oldu zaten.

950 metre civarı bir yükseltiye ulaştıktan sonra inişe geçip kocaman düzlüklere ulaştık. Birbirlerine benzeyen tabanı yumuşacık kırmızı topraklı, geniş düzlüklerde yürüdük. Nedense bende ilginç bir şekilde attığım her adımda altı boşmuş hissiyatı yarattı. Belirli aralıklarla kuyular gördük.

Bu geniş düzlüklerin benzerini Kaş-Kekova parkurunda, Aperlai inişini gerçekleştirmeden öncesinde de göreceksiniz.

Hüseyin Amca’nın çiftliğinde mola verip, incir ağacının altındaki çardağına yayılıp o meşhur ayranından içip yola devam ettik. Sonrasında düzlükler devam etti ve sonunda tekrar asfalta çıkıp biraz ilerledikten sonra Gökçeören’i gördük. Camiye doğru yürürken Bezirgan’da gördüğümüz tahıl ambarlarından burada vardı. Gözlemeciye siparişlerimizi verip, caminin avlusundaki dev çınar ağacının altındaki platformda molamızı verdik.

Her şey harika giderken İstanbullu Cem cüzdanını bulamadı. Bütün ekip seferber olup cüzdanı aradık ama nafile. Mozaik Pansiyon’u ve Hüseyin Amca’yı aradık belki oralarda düşürmüştür diye ama iki taraftan da olumsuz cevap alınca bayağı moralimiz bozuldu. Gökçeören’de 2-3 saat kadar oyalandık ve her şeye rağmen anca beraber kanca beraber diyerek yola devam kararı aldık.

Vakit bayağı geç olmuştu ama bir sonraki günün parkuru zor ve uzun olacağı için hava kararana kadar yol almamız gerekiyordu.

Caminin yanındaki asfalt yoldan devam edip toprak bir yola girdik. Tahmini 1-1,5 saat sonra iki tarafı çam ağaçlarıyla çevrili toprak yolda aşağı eğimli bir yolda yürümeye başladık. Bu coğrafyada çam ormanı görmek oldukça ilginçti. Bu yolun üst tarafında bir amcayla karşılaştık ve yukarıda harman yerinin olduğunu ve istersek kamp atabileceğimizi teklif etti. Amcaya teşekkür edip devam ettik. Yine gözümüz dönmüştü, dereye paralel yürüyorduk ve Hacıoğlan Deresi’ne çok yaklaşmıştık. Sonra yolun sağında etrafı ve üstü çevrili hatta içinde piknik masası, ocaklığı ve çeşmesi olan, yanında da oluk bulunan bir yer gördük. Bu bizim için çölde serap görmek gibi bir şeydi. Artık yürüyüşü sonlandırmanın zamanı gelmişti. Burada güzelce temizlenip kamp atacak bir yer aradık ve hemen 50 metre aşağıda yolun solunda düz bir alan görüp hemen oraya çöktük.

Yol her ne kadar kolay gibi görünse de parkurun uzunluğundan dolayı benim ayaklarım isyan bayrağını çekmişti. Ayakkabılarım miladını çoktan doldurmuştu. Ayaklarımın ağrısıyla ertesi günü atlatma telaşıyla uykuya daldım.

Bir sonraki yazım Hacıoğlan Deresi-Phellos-Çukurbağ parkuru olacak…

 

Yazarın Likya Yolu'na dair diğer yazılarına aşağıdaki linklerden ulaşabilirsiniz.
 

Likya’nın Yatıkardıç Finike parkuru


Likya’nın en özel parkuru


Likya’nın Kalkan-Bezirgan-Sarıbelen parkuru


Likya’nın Tekirova-Çıralı parkuru


Likya’nın Karaöz Olympos parkuru


Kartpostallar diyarına yolculuk