Hadi hayırlı olsun. Bizim de artık bir Frankenstein hikayemiz var.

Başta bir bağlantı kuramamıştım. Çağan Irmak ve Frankenstein… Bir tarafta batının kült bir romanından birçok kez ekranlara uyarlanmış bilim kurgu ve korku türünde bir eser. Diğer tarafta insan hikayeleriyle ün yapmış bir yönetmen…

Yönetmen kim olursa olsun aslında fazlasıyla riskli bir proje. Çünkü bu, herkesin bildiği ‘Frankenstein’ yani bir canavar hikayesi . Bizim kültürümüzde canavar yok. Canavar bilmeyiz ama hortlak biliriz. Hortlak hikayelerimiz meşhurdur, hortlaklardan korkarız.

Ağır bir proje. Bu tarz projeler rezil de eder vezir de ama Çağan Irmak, bu projeyi eline yüzüne bulaştırmadan hakkını verecek sayılı yönetmenler arasında bulunuyor.

Dediğim gibi Çağan Irmak, insan hikayelerinden beslenen bir yönetmen ve senarist. İşin garibi yada daha doğrusu; başarısının altında yatan şey herkesin bildiği ve kanıksadığı hikayeleri artık nasıl yapıyorsa, onun kaleminden tazecik bir hikaye haline geliyor ve bir sihirbaz gibi seyirciye sunuyor. Kendisi tam olarak iyi bir hikaye anlatıcısı. Hikayeler hüzün kokuyor, bol gözyaşı içeriyor, insana dokunuyor.

Yaratılan; genç ve yeni yetme Ziya’nın (Taner Ölmez) tıp eğitimi için İstanbul’a gelmesi ve İhsan’la (Erkan Kolçak Köstendil) yollarının kesişmesi, yaptıkları deney sonucunda başlarına gelen olayları anlatan, ulusal bir platformda yayınlanan 8 bölümlük bir mini dizi.

Açıkçası Taner Ölmez’in ikinci defa karşımıza doktor olarak çıkması mı yoksa rahatsız edici karakterinden mi bilmiyorum beni biraz baydı. Onun, o şımarık, kibirli halleri hiç hoşuma gitmedi. Başka bir oyuncu oynayabilirmiş gibi geldi bana. Belki de bu sebepten ilk 4 bölüm ben de akıp gitmedi ama bu 4 bölümün de hakkını yememek lazım. Hikayeye giriş için sağlam bir altlık oluşturulmuş.

Hikâye, Osmanlı döneminde geçiyor. Ziya’nın baygınlığını dönemin unsurları ve dolu dolu detaylar örtüyor. Dini ve kültürel motifler diziye çok iyi monte edilmiş, tanıdıklık hissi sizi diziye çekiyor.  Dönemin büyük şehir ve taşra hayatı, aile hayatı, eğitim hayatı çok işi yansıtılmış. Kullanılan dilden tutun da kabına çanağına kadar her şey düşünülmüş.

Sonra hikaye iki yoldan ilerlemeye ve İhsan karakterine ağırlık verilince ‘Tamam dedim dizi şimdi başlıyor’ Çağan Irmak’ın varlığı sanki daha bir hissedilir oldu. Bizim İhsan’dan harika bir oyunculuk, gerçekten çok beğendim.

Dizideki oyuncu karakterlerini incelediğim zaman bir keskinlik ve bir sertlik vardı.  Taşlar yerine oturmuyordu. Sonradan anladım ki oyuncular karakterleri temsil etmiyor, aslında her bir karakter insana ait bir duyguyu temsil ediyor. Masumiyet, saflık, hırs, kibir, sevgi, nefret, aşk, aç gözlülük… Köydeki gözleri görmeyen nine merhametin saf hali değil miydi?  Ya da Ziya, kibrin efendisi…

Yönetmen Ahmet’in, Ayşe’nin hikayesini değil insanın hikâyesini anlatmış. Hikayenin merkezi ‘insan’. Bence Frankenstein’i bize uyarlamamış. Frankenstein’ı insanı anlatmakta bir araç olarak kullanmış.

Dizinin verdiği en büyük mesaj; hortlak, canavar, şeytan vb değil, en korkunç canlının insan olduğu, o zaman ne diyoruz insanın olduğu yerde canavara gerek yok…