Türkiye’de her yıl milyonlarca genç sınava hazırlanıyor. Bu yolculuğun iki ana durağı var: LGS (Liselere Geçiş Sistemi) ve YKS (Yükseköğretim Kurumları Sınavı)... Gençlerin hayatına yön veren bu sınavlar, aynı zamanda ülkenin eğitim anlayışını da açıkça gözler önüne seriyor.
Bu yıl, iki hafta sonuna yayılan bu sınavlarda LGS’ye giren öğrenci sayısı bir milyonun üzerindeydi. YKS’de bu sayı iki buçuk milyonu aştı. Her bir öğrencinin en az üç kişiyi etkilediğini düşünürsek ki buna öğretmenler dâhil değil, on milyonun üzerinde bir etkileşim söz konusu. Bu nedenle “sadece bir sınav” deyip geçemeyiz. Hepimizin gündeminde yer aldı.
LGS... Henüz 13-14 yaşlarındaki çocuklar, LGS ile liseye geçiş mücadelesi veriyor. Bu sınav, sadece akademik başarıyı değil, aynı zamanda psikolojik dayanıklılığı da ölçüyor. Oysa bu yaşta çocukların oyun oynaması, kendini keşfetmesi ve hayal kurması beklenir. Ancak onlar, test kitapları, deneme sınavları ve özel derslerle dolu bir maraton yaşıyorlar.
Üstelik bu sınav yalnızca bir okula giriş kapısı değil; pek çok öğrenci için prestij, özgüven ve hatta aile içindeki konumlarını belirleyen bir eşik hâline geliyor. Bu yılki sınav birçok çocukta hayal kırıklığına neden oldu. Başarılı öğrenciler bile umutlarını yitirdi. İstedikleri liseye giremeyeceklerini anlayan bazı çocuklar hâlâ ağlıyor. İlk golü hayatlarından yediler; hem de çok erken ve çok acı bir hatırayla.
YKS... Neredeyse tüm lise hayatını şekillendiren, yıllarca süren bir hazırlığın finali. Birkaç saat süren bu sınav, bir gencin mesleğini, yaşayacağı şehri, sosyal çevresini ve hatta hayat standardını belirliyor. Üniversiteye girişin anahtarı olan bu sınavda alınan birkaç net, bir hayatın seyrini değiştirebiliyor.
Sistemin doğası, öğrencileri tek tip başarı kriterlerine zorlayarak bireysel farklılıkları göz ardı ediyor. Yaratıcılık, sanatsal yetenek ya da duygusal zekâ çoğu zaman ölçülemiyor. Bu sistemin dışında kalmak ise birçok genç için “başarısızlık” damgası anlamına geliyor.
Bu süreç sadece öğrencilere değil, ailelere ve öğretmenlere de büyük bir yük bindiriyor. Aileler, çocukları için en iyi eğitimi sağlamak adına ekonomik ve duygusal anlamda sınırlarını zorlarken; okullar da başarı listelerinde yer alma kaygısıyla öğrencileri ‘sınav makinesi’ne dönüştürmeye çalışıyor. Eğitim, bir bireyin potansiyelini ortaya çıkarma amacı taşımak yerine, sınav performansına indirgeniyor.
Elbette bir değerlendirme sistemine ihtiyaç var. Ancak sınav merkezli bir eğitim anlayışı, yaratıcılığı ve alternatif öğrenme biçimlerini gölgede bırakıyor. Herkes bunun farkında aslında.
Her yıl tekrar eden başka bir sorun da sınava geç kalan öğrenciler. Sınav giriş belgelerinde tüm kurallar detaylıca açıklanmış; “Sınavdan bir saat önce sınav yerinde olun” denmesine rağmen, her yıl aynı manzara. Bu noktada sorumluluk bilinci ve disiplin de devreye giriyor. Önce sınava girmeyi başarmak gerekiyor.
Bu yıl beni en çok üzen şeylerden biri de, ilk sınavlarına tek başlarına gelen çocuklardı. Tamam 18 yaşında bu çocuklar ama bu kalabalığın ortasında tek başlarına kaldılar… Bu sınava 1-0 yenik başladılar.
Genel olarak YKS de ‘vurdu geçti’ diyebiliriz. Sınavdan çıkan öğrencilerin yüzlerinden okunuyordu. Zor bir sınavdı. Sonuçlar açıklanana kadar zihinlerimizi ‘belki bir ümit’ meşgul edecek. Ama ne olursa olsun, bu sistemde hayatta kalmaya çalışan gençlerimizin çabası her şeyin önünde saygıyı hak ediyor.